Aziz kardeşim okur insan,

Benim bu yazıyı kaleme alışımın nedeni ellinci yaşa merhaba demem. Beş evlek desen ya da iki çeyrek nihayetinde yarım yüzyıl. Bu, herhalde daha önce hiç yaşamadığım bir yaşın heyecanından fazlası olsa gerek; yedinci yedi yıllık evrenin sonu.

Geçtiğimiz yüzyılın ortasına kadar insanların gıptayla baktığı ve ‘o güne gelir miyiz?’ dediği noktaya vardığında, ustaların dediğini kavrıyor ‘önce kelimeleri öğreniyor insan, yaşadıkça da anlamlarını’. Bir geleneğe göre tüm alacakları ve yapılan hataları affetme ve eldeki beşeri sermaye ile hayata yeniden başlamanın yaşı.

Gel gör ki ömürler türlü türlü. Dünya’ya geldiğini farketmeden de gidebiliyor insan. Hüzün de kaplıyor kalpleri muhakkak seni dünya’ya getirenin artık olmadığı doğum günlerinde olduğu gibi. Eldeki tek sermayemiz zaman. İnanılmaz bir hızla akıp tükenen vaktin farkına varmadan geçip yiten anlarına yansa gerek insan.

Öyle mi peki? Daha çok yaşayan daha mı çok keyif alıyor bu hayattan? Öte yandan kimisi kaçırdıklarına pişman, kimisi yakaladıklarına. Ya yitene içerliyor insan ya da vakitsiz bindiği trenlerin sebep olduğu kafa karışıklığına. Yaşadıkça farkediyoruz. Belki de en güzeli hayatın başlarında aradığı fakat bulamadığı cevapların aslında bu kadar basit olduğunu gördüğünde ‘yapma bee!’ demesi gibi. İnsanın düşün-ebilen bir canlı olduğu ne kadar gerçekse değişmeyen tek şeyin değişmenin kendisi olduğunu kavramak gibi. İnsan yaşadıkça değişiyor değişmesine bu gerçek fi’l-hakika bunun daima ilerleyiş halinde yaşamadığını anlamak gibi.

Beğeniler, zevkler değişiyor. Dünyayı anlama, algılama araçlarımız aynı olmasına karşın kullanım kapasitesimiz kiminde genişlerken kiminde daralıyor. Çeşit çeşit kabiliyet var, yetenek var; her yeteneğin hem insan özelinde hem meleke düzeyinde bir de son kullanma tarihi. Zamanla fiziksel kapasite düşüyor gibi görünse de düşünsel kapasite olgunlaşıyor. Tıpkı Mimar Sinan’ın 56 yaşında çıraklık eserim dediği Şehzadebaşı Külliyesi’ni yaptığında hiçbir şeye geç kalmadığı gibi.

Başka şeyler de oluyor; Hayat adeta kolaylaşıyor mesela. Olgu ve olayların üzerindeki perdelerin kalkması, görünmeyenlerin görünür olması gibi. Daha az kafaya takıyor insan. Sırf bundan olsa gerek hayattan daha çok keyif alması gibi. Ölüm bilincine kavuşan insanın, asıl olanın güzel yaşamak olduğunun farkına varması gibi.

Belki hiç yapmadığım şeyler yapıp kısıtlı bir kitleye açık bir günlük tutmaya başlarım. Bana iyi gelen anıları hatırlatacak yürüyüşlere çıkarım mesela. ‘İnsanın yaşadığı değildir hayat; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.’ deyişinde olduğu gibi

Bugün 50. yaşımın ilk günündeyim. Tanrı, geçmişte olduğu gibi kimsenin bahçesine girmeden, tavuğuna kış demeden, yeni ne varsa onu yaratıp hakkımla ekmeğimi edinmeyi, sağlıkla ve varlıkla gelecekte de nasip etsin vesselam.

20 Ağustos 2024, Salı, İstanbul

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz