Şehremaneti başlığına girmeden önce, dönemin şartları hakkında oldukça değerli bilgiler veren bir kişiyi tanımak yerinde olacak; 18 Ağustos 1912’den 7 Kasım 1914’e birinci, 5 Mayıs 1919’dan 28 Şubat 1920’ye ikinci sefer belediye başkanlığı yapmasıyla meşrutiyet devrinin en önemli sîmâlarından biri olarak karşımıza çıkan İstanbul Şehremini Cemil Topuzlu’yu birinci elden şahitliklerinden dolayı bu eserde sıkça anmamız gerekecek. Sultan Reşad’ın şahsi doktorluğunu da yapan Topuzlu’nun, hayatında kimi önemli gördüğü konuları paylaştığı hatıratı, Arma Yayınları’ndan 1951 yılında Seksen Yıllık Hatıralarım adıyla yayımlandı. Elimizdeki 1994 yılında basılan üçüncü baskısında 1912 Ağustos’undan itibaren Fatih ve Kadıköy Belediye binalarını kâgir olarak (tamamıyla taş veya tuğladan) yaptırdığından, Üsküdar, Anadoluhisarı ile Büyükada’daki daireler için konaklar satın aldığından bahseden Paşa’nın belediye binalarından birisini bu meydanda görüyoruz. Giriş kapısının üstündeki Klasik Türkçe ile ‘Şehremaneti Fatih Dairesi’ yazılı kitabe yerini koruyor. 1914 yılında Cemil Topuzlu’nun gayretleriyle tamamlandığı anlaşılan ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın özelliklerini yansıtan, Yervant Terziyan eseri binanın ilginç olan yönü, yine bir belediye binası olan bir ikizinin olması. Bu ikiz yapı, Cemil Bey’in anılarında bahsettiği diğer tam kâgir bina olan Kadıköy rıhtımındaki eski belediye binası olmalı. Bu bina 1908 yılında mevcut olmasa da çevresinde yaşanan kimi önemli olaylara tanıklık etmesi yönüyle önemli. Meşrutiyet’in iadesiyle beraber sıra yapılması gereken çok önemli bir işe gelmişti, seçimler.

Meşrutiyet’in getirdiği hürriyet havası uzun sürmemiş önce Trablusgarp ardından Balkan Savaşları hayatı altüst etmiş ve dört yıl sonra girilen Dünya Savaşından yenik çıkılmıştı. İstanbul’un işgalinin ilk etabı 13 Kasım 1918’de yaşanacaktı. Fakat gazeteler Mondros Mütarekesi’nin başka işgaller getireceğini de yazıyordu. Sonunda korkulan İzmir’in işgali ile yaşanmıştı. İşte tam da bu meydanda, 15 Mayıs 1919’da yaşanan İzmir’in işgali üzerine Türk Ocağı ve Karakol Cemiyeti tarafından düzenlenen ve görüntüleri internette bulunan 16 ve 19 Mayıs 1919 tarihlerinde iki miting gerçekleştirildi. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ulaştığı 19 Mayıs 1919 günü yapılan ikinci Fatih mitingine kimi kaynağa göre elli, kimine göre altmış bine yakın kişi katılmış ve bu protesto gösterileri İngilizleri ürkütmeye yetmişti. Yaptıkları taciz uçuşları bir işe yaramamış, şu an ortasında durduğumuz meydana yağmur gibi insan yağmıştı. Halide Edib ve Meliha Hanımların, Hüseyin Ragıp, Sabit, Selahattin Ali ve Tahsin Fazıl Beyler konuşmuş ve Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bildirisi okunmuştu. İşte bu ana kapı üzerinde gördüğümüz küçük balkon bu konuşmaların yapıldığı balkondu.

Az önce adını yukarıda andığımız Atpazarı, meşrutiyet yıllarında Acem eşeklerinin topluca satıldığı yer olarak karşımıza çıkacaktır. Gelin yine burada Şehremini Cemil Paşa’ya kulak verelim. Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi şehirde o döneme kadar hiç yapılmayan işlerin yapılmasına neden olmuş, bu kapsamda İstanbul’daki köpeklerin büyük bir kısmı toplatılarak Marmara’daki Hayırsız Ada’ya gönderilmişti. Zeynep Kamil Hastanesi’ni yeniden düzenleyerek ilk özel hastane olarak hizmete açan Cemil Bey, 1912 yılında başladığı ilk belediye başkanlığında sokaklarda otuz bin civarı köpek bulduğunu anlattığı hatıralarında ‘Bunları yavaş yavaş imha ettirdim. Dilencileri de her nerede yakalatırsam kamyonlara doldurarak Darülacezeye yolladım’ demektedir. Çevre temizliği noktasında da hassas olan Şehremini, ‘Süprüntüleri sabahları bir çöp kabı içinde kapılarının önüne koymayıp sokağa atanların çöplerini tekrar evlerinin içine döktürdüm.’ diyerek, pek samimi üslubuyla bulduğu çözüm yollarını paylaşır. Usulüne uygun olmayan şekillerde, mesela at, eşek veya katır sırtında taş, kum, kereste ve odun gibi malzeme taşıyanlar hayvanlarıyla birlikte ahırlara çekiliyor, dediğine göre neredeyse hemen her gün dükkanlardan toplanan süt ve yağlar belediye bünyesinde tesis edilen laboratuvarda yapılan binlerce ölçüm ile kontrol altında tutuluyordu. İlerleyen satırlarda öyküsünü dinleyeceğiniz, Haliç’in hemen karşı kıyısında bulunan Sütlüce Mezbahasının hikayesi de yine bu başkan tarafından başlatılacaktı.

Belediyece yasaklanan konular, bugün bizlere garip gelse de, şehrin içinde bulunduğu atmosferi anlamamıza yardım edeceği muhakkak. Mesela, yaya kaldırımları üzerinde sandalye, masa, mangal, dükkân eşyası, boş eşya sandığı, kömür, odun gibi ne bulunursa hemen kamyona atıldığı bu yıllarda, sokaklarda açıkta aşçılık, berberlik ve kahvecilik eden seyyar esnafın eşyasına da el konulmaya başlanmıştı. ‘Padişah yasağı üç günden fazla sürmez’ düşüncesi hakim olan İstanbul esnafı durumun ciddiyetini kavradığında ‘yelkenleri suya indirmiş’ belediye işleri düzelmeye başlamıştı. Fakat bu sefer başka bir grup sesini yükseltmeye başlıyor ve asıl bu kesimin tepkileri Sadrazâm Mahmut Şevket Paşa’yı dahi rahatsız ediyordu. Osmanlı’nın yüzlerce yıl içinde, başta Fransa’yı Avrupa’dan koparmak amacıyla için icat ettiğini ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) geçen zaman içinde İngiliz, Rus, Alman ve dahi ticaret anlaşmalarıyla verilen imtiyazlar sonunda kendi ayağına dolanmaya başlamıştı. Bu ayrıcalıklar 1914’de İttihat ve Terakki yönetimince tamamen kaldırılacaktı fakat 1912 henüz bunların yürürlükte olduğu yıllardı. Belediye’nin uygulamaya koyduğu önlemlerin, kapitülasyonlardan kaynaklanan haklarına zarar verdiğini düşünen yabancılar, elçilik baştercümanlarıyla birer birer Şehremanetine gelerek şikayet ediyor ve zarar gören vatandaşları için tazminat talebinde bulunacak kadar ileri gidebiliyorlardı. Sonunda bir gün Sadrazâm Mahmut Şevket Paşa, Şehremini Cemil Bey ile telefonda şunları konuşurlar;

“Size belediye işlerinde tam istiklâl (bağımsızlık) vermiştim. Bundan dolayı memnunum. Fakat esnaf hakkında aldığınız bazı şiddetli tedbirlerden dolayı çok müşkül bir mevkide kalıyorum. Biliyorsunuz ki, başımızdaki şu menhus kapitülasyon belasını bir türlü kaldıramıyoruz. (Kendi) Hükümetlerinin tasvip ve tasdikinden geçmiyen yeni Belediye Talimatnamesinin ecnebiler hakkında tatbik edilmemesi için Hariciye Nezaretini sıkıştırıyorlar. Ve zarar gören tebaaları için tazminat bile istiyorlar. Acaba ecnebiler hakkında biraz daha mülayim davranamaz mısınız?” demek zorunda kalacaktı.

Cemil Bey’in hatıralarında yer alan cevabı; “Paşa hazretleri, ben İstanbul’da yerli, ecnebi demiyerek hepsinin sıhhatlerinin muhafazası için çalışıyorum. Şayet ecnebilere de Zabita-i Belediye Nizamnamesini tatbik edemezsem, müsavattan (eşitlik) ayrılırsam, bundan böyle yerli esnaftan hiçbirine söz geçirmek ve benim için de Şehremanetinde esaslı bir iş yapmak imkânı kalmıyacaktır. Binaenaleyh, sizi müşkül bir mevkide bırakmamak için beni bu memuriyetten af buyurmanızı istirham ederim.”

Bunun üzerine Cemil Bey üst üste üç gün belediyeye gitmez. Ardından gelen bir telefonla Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı görmeye giden Cemil Paşa, şehirde yaşanan olumlu adımlardan memnun görünen elçilerin, Cemil Paşa’nın görevine devam etmesini dilediğini söyler ve bu elçilerden en kıdemlisi olan İran Sefirinin bir isteğini aktarır. Sefir, sayıları on bini aşan Acem eşekçilere, hükümetlerinden yılbaşında gelecek ödeneğe kadar, üç ay daha çalışmalarına izin isteyince ‘Ben de söz verdim.’ demiş ve Cemil Paşa’dan anlayış göstermesini istemiş görünür. Cemil Paşa hatıralarında konuyu kendi cümleleriyle şöyle aktarmaktadır;

“Şehrimizi menfaati ve temizliği namına elde ettiğim bu muvaffakiyetten, bâhusus ecnebi esnafını da yola getirdiğimden dolayı Sadrazama teşekkür ederek sevinçle yanından ayrıldım. Üç ay sonra Acemlerin on bini mütecaviz eşekleri Anadolu’ya sevkedilmek üzere Saraçhane başındaki Atpazarı’nda satıldı. Bu esnada İstanbul’da bulunan mimar, kalfa ve yapı yaptıranları eşeklerin kaldırılmasından dolayı nakliyat ücretlerinin pek çok arttığını ve bütün inşaatın duracağını ileri sürdüler. Hatta Belediye ve resmî devaire ait yapıları bir müddet durdurttular ve Meclisi Meb’usana kadar şikâyet ettiler, gündelik gazetelerden birkaç tanesi de bunlara önayak oldu. Nihayet hükümet bana hak verdi ve İstanbul medeni bir şehire yakışmayan Ortaçağ nakliyatından ve bunların yaptıkları pisliklerden ebediyen kurtuldu.”

Sonraki yazı: ÖLDÜĞÜNDE CEBİNDEN YALNIZ YETMİŞ BEŞ KURUŞ ÇIKMIŞTI