ÜÇ MUSTAFA, ÜÇ AHMET
Çevredeki sokakların isimlerinin nereden geldiğine değindikten sonra, bu bölüme başladığımız noktaya geri dönüp Büyük Konstantin devrinden itibaren, önce Oniki Havariler Kilisesi, ardından Fatih Külliyesi nedeniyle en önemli ve işlek yollardan birisi olan cadde üzerinde yürüyelim.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’da açılan ilk caddelerden olan burası, 1933 yılı Mart ayına tarihlenen Pervititch haritalarında Fevzi Paşa Caddesi olarak görünüyor. Cadde ismini 1923 ile 1933 yılları arasında almış olsa gerek. Daha sonraları Edirnekapı Tramvay Caddesi olarak da anılan bu güzergâh, ilerleyen satırlarda meşrutiyet yıllarında yaşanan sahnelere, Roma imparatorlarının taç giyme törenine benzetilen kılıç kuşanma törenlerine şahitlik etmesiyle bilinirdi.

Boğaz’ın kuzeyindeki Anadolukavak’ta, Çakmakoğulları ailesinin bir ferdi olarak 1876 yılında dünyaya gelen Mustafa Fevzi, Boğaziçi bahsinde okuyacağınız üzere, Boğaziçi’ndeki direnişin de mimarlarından olsa gerek. Cumhuriyet’in ‘Üç Mustafa’sından birisi olan Paşa’nın başarılarla dolu askerlik kariyeri, Mondros Mütarekesi’nden kısa süre sonra, 24 Aralık 1918’de İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı’na atanmasıyla devam etti. İstanbul’dan uzaklaştırılması gerekenler arasında bulunan Fevzi Paşa, İngilizlerin baskısıyla 14 Mayıs 1919’da bu görevinden alınmasına rağmen Ali Rıza ve Salih Paşa kabinelerinde Harbiye Bakanlığı’nı üstlendi. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali üzerine Anadolu’ya geçme kararı alarak, bizlerin bugün Türkiye Rehberler Bayramı olarak kutladığımız gün olan 17 Nisan (1920) gecesi, Beykoz’dan hareket ederek Ankara’ya geçti. Nemrut Mustafa Paşa başkanlığında toplanan İstanbul’daki 1 Numaralı Divan-ı Harp tarafından gıyaben idama mahkum edilenler arasında onun da ismi bulunuyordu. TBMM kararıyla, İkinci İnönü Zaferi’ndeki hizmetleri nedeniyle orgeneral karşılığı olan Birinci Ferik rütbesine yükselecek, 5 Ağustos 1921’de ‘Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süreyle Başkomutanlık yetkisini veren Kanun’un kabul edildiği gün, Genelkurmay Vekilliği’ne seçilecekti. 12 Ağustos 1921’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yla beraber Polatlı’daki Cephe Karargâhı’na geldikten bir ay sonra, 12 Eylül 1921’de, ‘Anadolu’nun Yunanlılara mezar olacağı saat gelmiştir!’ görüşüyle biten ünlü raporu yazıyordu. Bu zaferden sonra Mustafa Kemal Paşa’ya mareşal karşılığına gelen müşir rütbesi ile gazi ünvanının verilmesini de o teklif etmişti. Büyük Zafer’den sonra, o da Mareşal Fevzi Paşa olacaktı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında üst düzey görevlerine devam eden Mareşal, ilerleyen şeker hastalığı nedeniyle, 1950 yılı Nisan ayında hayata veda etti. Kimi kesintilere rağmen, 29 Mart 1911’den 2 Nisan 1950 tarihine kadar yazdığı günlükler, Nilüfer Hatemi tarafından 2002 yılında ‘Mareşal Fevzi Çakmak ve Günlükleri’ adıyla iki cilt halinde yayınlandı. İşte bu cadde, o ‘Üç Mustafa’dan biri olan Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak Paşa’nın hatırasını yaşatmaya devam ediyor.

Gezimize Fatih Cami ve onu oluşturan binaların bizler için anlamıyla devam edelim. Şimdi külliyenin merkezini oluşturan camiye varmadan önce hazireye gitmek için Tabhane Sokaktan girdikten sonra ilk sola dönüp, Fâtih Cami Haziresi’ne ulaşalım. Kimler kimler yok ki burada. Bunlara değinmeden önce kelimeyi açıklayalım; câmi, türbe ve tekke bahçelerinde etrâfı parmaklık veya duvarla çevrili kabirlerin bulunduğu yere ‘hazire’ deniyor. Bu gibi yerler mezarlıklar kadar geniş değil. Çoğunlukla kıymetli ve ulu kabul edilen şahsiyetlerin mezarlarının etrafında gelişen bu küçük kabristanlar dönem aristokrasisinin profili hakkında fikirler verir bizlere.
Burada, etrafında hazirenin geliştiği ulu kişi Fatih’in ta kendisidir. Onun da burayı seçmesinin altındaki nedenin Konstantin’in mirasçılığı iddiasına dayandıranlar yok değildir. Kim bilir, bugün nerede olduğunu bilmediğimiz Büyük Konstantin’in mezarı belki de bu türbenin tam da altındaydı. Birazdan bu konuya tekrar değineceğiz. Fatih’in eşi ve Sultan II. Beyazıt’ın annesi Gülbahar Hatun da burada. Nihayetinde bizleri Meşrutiyet’e götüren sürecin ilk adımlarını Tanzimat ile birlikte atan Sultan Abdülmecit’in büyük annesi Nakşıdil Sultan, göreni kendine bir daha baktıran türbesinde yatıyor. Hemen arka taraftaki Yesarizade Sokağına ismini veren Hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi, Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa ve daha niceleri burada defnedilmiş. Gazi Osman Paşa’nın hemen yanı başında bulunan diğer türbede ise sarayın baş kapıcılarından Prevezeli Ahmet Dino’nun iki oğlu Veysel ve Abidin Paşaların kabirleri bulunur. Bunlardan Abidin Paşa olanı, yazdığı altı ciltlik Mesnevî tercümesiyle tanınmasının yanı sıra meşrutiyet yıllarından 1913’de dünyaya gelen Abidin Dino’nun dedesi olmasıyla da akıllarda. Dahası masal-hikâye karışımı birtakım olayları alegorik bir üslûpla anlattığı tasavvufi ve felsefi eseri A’mak-ı Hayal’in yazarı Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi (ö.1914); bu kitabın yazarının da kendisini örnek aldığı yönüyle, bir yazıyı yazdıktan uzun bir süre bakmayıp, aradan uzun bir vakit geçtikten sonra tekrar elden geçiren Hattat Sami Efendi (ö.1912); 93 Harbinin kahramanı olmasının yanında kendisine “büyük matematikçi” ve “büyük astronomi âlimi” unvanları verilen Gazi Ahmet Muhtar Paşa (ö.1919); bir önceki bölümde kendisiyle tanıştığınız, Millet Kütüphanesi’nin fikir babası ve bağışçısı Ali Emirî Efendi; Ahmet Selahattin Bey’in hiç tanımadığı halde yapılan haksızlıktan dolayı ailesini aç bırakma pahasına yanında durduğu Salih Zeki Bey (ö.1921); Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi’nin kızı ve bestekâr Rifat Bey’in annesi Hatice Hanım’ın talebesi Bolâhenk Nuri Bey (ö.1910); ‘Alim doğruyu bilir, arif yanlışı sezer.’ sözünün sahibi Ahmet Amîş Efendi (ö.1920) gibi Meşrutiyet yıllarına şahit olmuş nice insan yatıyor burada. Şimdi, Üç Mustafa’dan sonra çok değerli Üç Ahmet’i tanıştırmama müsaade edin.

1822’de dünyaya gelen, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamit dönemlerinde beş defa adliye, üç defa eğitim, iki defa vakıflar ve birer defa içişleri ve ticaret ve ziraat bakanlığı yapan Ahmet Cevdet Bey’i anmak gerek. Meşrutiyetin babası kabul edilen Mithat Paşa’nın yargılandığı yıllarda Adliye Nazırı olan Ahmet Cevdet Paşa, 1868-1876 yılları arasında hazırlanan; borçlar, eşya ve yargılama hukuku esaslarını içeren kanun Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’yi hazırlayan Rüştü Molla’nın başkanlığındaki cemiyetin üyeleri arasındaydı. Osmanlı tarihine dair çok iyi bilinen eseri Tarih-i Cevdet’in, Osmanlı Türkçesi’nin belâgat kurallarına dair eseri Belagat-ı Osmaniyye’nin, mantık kitabı Miyar-ı Sedad’ın yazarı, Türk mantıkçısı ve fikir adamı Ali Sedad Bey ile İlk Türk kadın romancısı ve yazarı Fatma Aliye Hanımın babaları olan Ahmet Cevdet Bey, ilk dilbilgisi kitabı Kavâid-i Osmâniyye adlı kitabı ve Türkiye’nin modern anlamda ilk şirketi, günümüzde Şehir Hatları İşletmesi olarak bildiğimiz Şirket-i Hayriyye’nin kuruluş nizamnâmesini de hazırlayanlar arasındaydı. Mesela, Nuruosmaniye Camii avlusunda çağdaş yöntemlerle eğitim veren “ibtidâiyye” adıyla bir ilkokulu o açtı. Öğretmen okulları olan Dârülmuallimîn teşkilatını sıbyan (ilk), rüşdiye (orta) ve idâdî (lise) olmak üzere üç dereceye ayırarak yeniden düzenleyen de oydu. Ahmet Cevdet Paşa’ya göre insan doğuştan medeniyete yatkındı ve zaman içinde insanoğlunun medenî hayata geçişi toplumlar arasında basamak farkları doğurmuştu. Medeniyet, göçebelik ve yerleşik hayattan sonra üçüncü ve son aşamayı oluşturuyordu ve nihayetinde bu katmana ulaşmanın en temel gereği insanların olgunluğa ermesiydi ki bu da sadece ilim ve irfan (eğitim ve öğretim) ile mümkündü. Ahmet Cevdet Paşa da 1895’ten beri burada, Fatih haziresinde son istirahatine çekilenler arasında bulunuyor.

Diğer Ahmet ise 1844 yılında Tophane’de dünyaya gelmişti. Bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin hemen önünde bulunan ve o eşsiz güzellikteki barok çesmesi ile dikkatleri çeken, Zevki Kadın Sıbyan Mektebinden başka okul okumayan Ahmet Efendi’nin şansı, abisinin memuriyeti nedeniyle bulunduğu Rumeli’de, Mithat Paşa’nın Tuna valiliği esnasında memuriyete başlamasıyla dönmüştü. Geleceğin sadrazamı olan Mithat Paşa, bu zeki gence kendi adını verecek, sağladığı imkânlarla Fransızca öğrenmesini, Bağdat Valiliği esnasında ise oldukça kültürlü bir çevre ve nizami bir sohbet meclisinde bulunmasına olanak sağlayacaktı. Abisini kaybettikten sonra İstanbul’a dönerek iki aileye birden bakan Ahmet Mithat Efendi, Tahtakale’de kurduğu matbaada kitaplarını yayımlamaya başladıktan iki yıl sonra, Tanzimat’tan sonra yaşanmaya başlanan alafranga hayatı eleştirdiği Felatu Bey ile Râkım Efendi adlı romanını yazacağı Rodos’a sürülecek, türünün ilk örneği olan popüler kültür dergisi Kırkanbar gazetesine yazıları da bu yıllarda gönderecekti. Ahmet Mithat Efendi, Sultan V. Murat’ın padişah olmasıyla affedilerek İstanbul’a döner ve 1878’de -vefatından sonra dahi 1924’e kadar yayın hayatına devam eden- Türk basınının en uzun ömürlü gazetelerinden Tercümân-ı Hakîkat’i çıkarmaya başlar ve vefâtına kadar Takvîm-i Vekâyi ve Matbaa-i Âmire müdürlüğü görevlerini sürdürür. Sultan II. Abdülhamit’ten yakın himâye gördüğü yıllarda, Türkiye’deki misyoner faaliyetlerine karşı Müdafaa’yı, maddî âlemin ötesinde herhangi bir varlık alanı tanımayan Materyalizm’e reddiyesini kaleme alır. II. Meşrutiyet ile gelen emekliliğinden sonra, tarih araştırmaları yapmak amacıyla meşrutiyet yıllarından 1909’da kurulan Târih-i Osmânî Encümeni üyesi olmasından başka Dârülfünun ve Dârülmuallimât (Öğretmen Okulu) gibi kurumlarda genel tarih, dinler tarihi, felsefe tarihi, eğitim tarihi gibi dersler okuttu. 28 Aralık 1912’de fahrî olarak hizmet ettiği, biraz ileride aynı isimli cadde üzerinde bulunan, Dârüşşafaka’da hayata gözlerini yumduktan sonra Fatih Camii’nin haziresindeki son istirahatine çekilir. Hayat bu ya, ayakucunda önceleri karşıtı iken sonradan pek ziyade hürmetkârı olan Hoca Hâlis Efendi yatıyor.

Daha pek çok Ahmet olduğuna eminiz fakat burada yer vereceğimiz üçüncü Ahmet ise Darüşşafaka’nın kurucularından olan Gazi Ahmet Muhtar Paşa olsun. 1865’te Gazi Ahmed Muhtar, Yûsuf Ziyâ ve Tevfik Paşalar tarafından önce Kapalı Çarşı esnafının çıraklarına dersler vererek başlayan kurumun (Cem‘iyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye) rağbet görmesi üzerine yalnız yetim müslüman çocukların kabul edileceği Dârüşşafaka’yı kurmuşlardı. Kurumun sayfasından aktaralım; Ahmet Muhtar Paşa 1839 yılında Bursa’da doğmuş. Aynı şehirdeki Askeri idadiyi bitirdikten sonra, İstanbul’a gelerek öğrenimini Harbiye Mektebi’nde sürdürmüş ve okulu birincilikle bitirip kurmay yüzbaşı olmuş. Yemen’deki Arap isyanlarına karşı kazandığı başarılardan dolayı, 1871 yılında, 33 yaşında Müşir rütbesini kazanmış ve Yemen valiliği görevinde bulunmuş ve Şumnu, Erzurum, Bosna-Hersek ve Karadağ’da görev yapmış. 93 Harbi öncesinde Padişah II. Abdülhamit tarafından, Kafkas Cephesi’nin Başkomutanlığı’na getirilen Ahmet Muhtar Paşa, savaş sonrasında, Tophaneyi Amire Yöneticiliği, Manastır Valiliği ve Üçüncü Ordu Müfettişliği gibi görevlerde bulundu. Andığımız savaş sırasında komutan olarak büyük başarılar kazanıp Mareşal olmuş ve Anadolu Ordusu Başkomutanlığı’na atandı, Genelkurmay Başkanı oldu ve Osmanlı Ayan Meclisi Başkanlığı yaptı. II. Meşrutiyet’in üçüncü yılı 1912’de sadrazamlığa getirilen Ahmet Muhtar Paşa, aynı zamanda tarih, astronomi ve coğrafya konularında eserler kaleme alan değerli bir bilim adamıydı. 1919’da İstanbul’da vefat eden Paşa’nın da kabri burada, Fatih Camii haziresinde bulunuyor.
SONRAKİ YAZI