Yusuf İzzeddin Efendi

Bugün, MEŞRUTİYET’TEN CUMHURİYET’E İSTANBUL REHBERİ’nde sizlere takdim etmek istediğim isim Yusuf İzzettin Efendi.

İlk paylaşımımda bahsini ettiğim Kandilli Kız Lisesi’nin gizli kahramanlarından, hani bizlerin Resim Müzesi olarak bildiğimiz Dolmabahçe’deki Veliaht Dairesi’nin son misafiri olan Yusuf İzzettin Efendi. Lise’nin açılışında gösterdiği çaba ve katkılardan dolayı binlerce teşekkür edilen Yusuf Efendi eğitim yaşı gelmemesine rağmen beş yaşındaki kızını (okul toplum nezdinde kabul görsün diye) okula kayıt ettiren ve haftada bir iki gün gönderen şehzadedir.

Sultan Abdülaziz’in [gayr-ı meşru] çocuğu olarak dünyaya gelerek başlayan hazin öyküsü, babasının padişah olmasıyla döner gibi olsa da varlığın esenlik getirmediğine dair en hazin örneklerden biri olarak sonlanan Veliaht Şehzade Yusuf Izzeddin Efendi yazlarını (Seda Özen Bilgili’nin basılmamış yüksek lisans tezinde konu olarak işlediği) köşkünde geçirirdi. Sonraları Türk Ocağı’na dönüşen Türk Derneği’nin onursal başkanlığını yapmış ve tabutuna Türk bayrağı sarılmasını vasiyet eden ilk hanedan mensubu olmuştu. Çanakkale’de mevzileri gezdikçe şahit olduğu manzaralardan çok etkilendiği anlaşılan Yusuf İzzeddin amcası Sultan Murat gibi Çırağan sarayında senelerce hapis kalmaktan korkmuş ve ömrü hayatı boyunca babasının şehit edildiğini kabullenmemişti.

Bir gün Yıldız’ın üst taraflarındaki köşkünden Çekmece’ye doğru giderken yolda eğlendiklerini gördüğü çingenelerin mutluluğunu kıskanmış ve “ah şunlar kadar mesut olamadım” diyerek mutsuzluğunu paylaşmıştı.Evrakları arasında çıkan bir not kağıdına: “bu ikbal [ve] mes’udiyet-i ebedî zannettim. İnsanların bu kadar alçak ve deni(soysuz) olduklarını tasavvur etmedim” yazan Veliahtın “hınzır” [Arapça domuz] diye tabir ettiği anadolu yakasındaki köşkünde yaşayan şehzade Vahdettin’in tahta çıktığını görmektense ölmeyi tercih ettiğini defalarca söylemiş ve artık var olmayan köşkünde 31 Ocak 1916 günü akşamı hayatına son vermişti.

Vefatından sonra Divanyolu’nda Sultan Mahmut türbesine defnedilen Yusuf İzzeddin Efendi “eğitim ve irfandan nasibini alamayanların bile vatana karşı kayıtsız kalamayacağını düşünmüş, himayesine sığınılan vatana muhabbet beslemeyenlerin hayvandan da aşağı olduğunu, ilim ve irfan nuruyla aydınlandığı halde kalplerinde vatan sevgisi bulunmayanlara acıdığını” söylüyordu.

Cumhuriyet’in nasıl bir temel üzerine kurulduğunu göstermesi açısından önemli gördüğüm bir paragrafı, Ali Akyıldız’ın kaleme aldığı ‘Yusuf İzzeddin” adlı eserinin 420. sayfasından aktararak bitirmek isterim. 8 Ekim 1900 tarihinde günümüz Türkçesiyle “parlamento usulüyle idare olunan (devlet) vatandaşlarının monarşi ile yönetilenlere göre daha mutlu ve bahtiyar olduklarını söyleyerek öncelikle kişisel hakları ile mal ve mülkleri her türlü saldırıdan uzak olduğu için mutlu bir şekilde yaşayıp geçimlerini sağladıklarını ekler. Bu devletlerde zulüm ve saldırıdan korunmuş ve kişisel hakları garanti altına alınmış olduğu gibi, kanunlar onları başkalarının saldırısından korur. Böylece zihinleri ilim ve marifet nuruyla aydınlanmış olan bu ülkelerin halkı, keyfi idarenin zulmü altında inleyen halklar gibi zulüm ve istibdattan şikâyetçi değildir. Bu halklar keyfi idareyi kabul etmediği gibi devlet yönetimine katılma hakkını istemekten de geri durmazlar.” demesi sizlere de tanıdık geldi değil mi? Ruhu şad olsun.İşte

MEŞRUTİYET’TEN CUMHURİYET’E böyle bir şehzade geçti bu dünyadan. Dahasını merak edenler yukarıda bahsini ettiğim eseri alarak okuyabilirler.

Bana gelirsek, bu anlattıklarımı bilinen anlamında bir tur olarak yapmanın yarardan çok zarar getireceğine kanaat getirdim. Çünkü insanlar turlara öğrenmeye değil eğlenmeye çıkıyorlar. Belki okullarda gençlere ders olarak okutulur belki ama Benim İSTANBUL REHBERİ’min turu olmayacak. Dileyen alıp okuyacak, kendisi gezecek vesselam.